16 Şubat 2007 Cuma

Gizli ve Açık

-…gizli ve açık, yerde ve gökte, batıni ve zahiri, madde ve ruh, ve dahi ölümlüler ve dahi ölümsüzler, dervişler, evliyalar, erenler, kıyamet kuşları, ateş cümbüşleri, çakıl taşları, köşe başları, harama tenezzül edenler, helalden başkasına el sürmeyenler, sütü kesikler, kanı bozuklar, ecinniler, ecinniler, ecinniler, alemlerin anahtarı bilcümle mahlukatlar bilsin ki bu karga gözü, kuzu kulağı, fare sidiği, tavşan kanı, kıyametül alamet karışsın karışsın ve pirimiz şehr-ü evliya Takiyediin Şahidim olsun.

- Amiiin…

- Pirimiz şehr-ü evliya Takiyediin Şahidim olsun.

- Amiin…

- Pirimiz şehr-ü evliya Takiyediin Şahidim olsun.

- Amiiin…

-Üç kulhüvallah bir elham okuyun hanımlar, cenabet olan varsa çarpar haa..


“Allahım sen koru yarabbim , Bismillahirrahanirrahim..” diye başladı annemle Firuze teyze mırıldanmaya. Bu, pencereleri ağır, kalın kadife perdelerle çevrilmiş, duvarlarında, köşedeki uyduruk televizyonun üzerinde duran ve ancak dibini aydınlatan mumdan yansıyan gölgelerin oynaştığı kasvetli odada, kendinden büyük sesi olan bu kadından iyice korkmaya başlamış ve dua okumayı bırakmıştım. Buna karşın annemle Firuze teyze başka bir aleme dalmış olmanında heyecanıyla bir sağa bir sola, sallana sallana bitirmişlerdi dualarını. Üstüne bir Ettehiyyatü, bir de Amenerrasulü okuyarak büyünün tutmasını iyiden iyiye sağlama almışlardı.

Şaşkınlıktan donmuş halde anneme bakıyordum. Bu masum ve cahil kadın duruma o kadar iyi adapte olmuştu ki inanamıyordum. Bense bu olayın bu kadar ortasında ve bu kadar dışında olmayı nasıl becerebildiğimi bilmesemde kurulu bir bebek gibi ne denirse yapıyordum. Bu kadit kadın, çapak çapak gözlerini pörtlete pörtlete büyük bir tahta kasede neredeyse bir saattir bitmez tükenmez, anlamlı, anlamsız dualar okuyarak tahta bir tokmakla dövdüğü sıvıyı bana uzatıyordu. Ne yapacağımı bilemez halde bozamsı şeye bakarken Firuze teyzenin bir omuz dürtmesiyle ikisininde gözlerindeki anlamı kavradım.

Hayır, bunu içmemi bekliyor olmazlardı. Evlenmek istemiyor olmamın böyle bir bedeli olamazdı. Kocaman kap yavaş yavaş ağzıma yaklaştırılırken içimden kabaran aynı renkte başka bir şeye engel olamamıştım. Bu şey, giderek büyüyen, kabaran, kaynayan, köpüren ve sonunda taşan bir yanardağ gibi ağzımdan fokur fokur taşarak olduğu gibi kabın içine boşalmış, iki sıvı birbirine karışırken gözlerimin önünde engin bir denize dönüşmüştü. Kabaran dalgaların içinde daha fazla çırpınamadan gördüğüm son mum ışığının ardından derin sulara doğru çekilmiştim.



Gözlerimi açtığımda ilk gördüğüm şey Firuze teyzenin üzerime eğilmiş kocaman burnu olmuştu. Kendimi bildim bileli nereye sokulacağı belli olmayan bu burun beni hep korkuturdu. Kimi zaman odamın kapısının aralığından, kimi zaman anne babamın yatak odasından , kimi zaman balkon duvarının diğer tarafından, kimi babamın koltuğunun arkasından fırlayıp kendini bilmez halde sağa sola çarpar ama her defasında hedefini bulurdu. Anneme de bana da daha kötüsü babama da bu burundan kaçış yoktu.

İşte yine en özel konularımızdan birinde mevzunun tam ortasında duruyordu. Gözlerimi açmamla beraber geri geri çekilmeye başladı ve ben artık acı gerçekle yüzyüze kaldım. Hala büyücü Bedriye’nin evinde tanımadığım ve benim beceriksizliğim yüzünden sonuçlanmayan boşuna beklenmiş bir saate mi kızsalar, yoksa anlayışla karşılayıp bayılmama mı üzülseler bilemeyen bir sürü başörtülü kadının önünde sereserpe yatıyordum.

Kadınların arasından zar zor görebildiğim annem, kendime geldiğime emin oluktan sonra beni hemen ayağa kaldırdı. Çantamı elime, eşarbımı başıma, mantomu sırtıma verdiği gibi apartopar dışarı çıkarttı. Bir koluma annem girmişti ki Firuze Teyze’de hiç gecikmeden koşup diğer koluma girmekte gecikmedi. Sanki ben yokmuşum ya da çekiştirilmeden götürülmeye yanaşmayan küçük bir çocukmuşum gibi sürüklemeye başladılar.



- Ben sana dedim Firuze, bizim kız yapamaz dedim.

- Yok anam yok, o da büyüdenmiş, Bedriye dedi ya.

- Ne büyüsü be, kızın midesi kaldırmadı, sen hala büyüden diyorsun.

- Yok anlamadın sen komşum, büyüdenmiş. İçmese de kuvvetinin, tutmasının ibaresiymiş.

- Valla içemedi körolasıca, boşuna gitti yüz elli milyon. Ah ben o parayı kaç pazardan arttırdığımla biriktirdim. Rezil etti beni bu kız ah…

- Ay yok öyle deme, tutmuştur tutmuş, içini ferah tut sen.

- Ayol hala aynı şeyi söylüyorsun, kızın midesi kaldırmadı diyorum içemedi, sen hala tuttu diyosun. Firuze sen git de o büyüyü… fesubanallaaah..

- Aaa ne kızıyorsun be, iyilik de yaramıyor sana. Ama ne lazım uğraşmayacaksın, İyilikten maraz doğar demişler. Hem sen ne demek istiyorsun bakiim öyle kendine yap falan. Bunca yıllık komşuyuz şurda. Ben evlenmediysem senin kız gibi senede bir talibim çıktığından değil, ben beğenmedim kimseleri ben…

- Aaa yettin ama Firuze, nesi var gül gibi kızımın, hiç böyle demiyordun şimdiye kadar, seni terbiyesiz. Ahın gitmiş vahın kalmış. Kendisiyle karşılaştırıyor utanmadan.

- Asıl sen ne diyorsun öyle, hep kıskanırdım gençken güzelliğimi nasıl unuttun. Cümle alem biliyor senin ne zilli olduğunu.

- Nee… Münasebetsiz kadın… Ne kıskanması. Sen nediyorsun? O hokka gibi burnunla kim alırdı seni hem?

- Kıskanç kadın, hep kıskandın beni zaten. Burnuma nasıl kulp buluyorsun utanmaz. Beğenen beğendi de zamanında ben elimin tersiyle ittim hep.

- Ay ne beğenmesi benimki gece seni görüyormuş, korkudan saklanacak delik arıyormuş, diyerek şuh bir kahkaha attı annem.

- Senin ki mi? Koynuma girerken öyle demiyor ama!!



Annem kan beynine çıkmış tam bir şey söyleyecekken kıpkırmızı suratıyla ağzına birden tıpa kapanmış gibi kalakaldı. Aklından geçenler mi, yılların endişesimi, görmemezlikten gelmekten mi, utanmaktan mı, kızmaktan mı ya da bunlardan her birinin üstünden her adım yuvarlanmaktan mı bilinmez önüne yavaş yavaş döndü, fakat adımlarını hızlandırdı.Renkten renge giriyordu , her duygu yanaklarında bir tokat gibi patlatıyor, tombul yanakları kanlandıkça kanlanıyordu. Yılların şüphesi su yüzüne mi çıkmıştı, yoksa bana mı öyle geldi bilinmez asker adımlarıyla pür telaş eve doğru koşturuyorduk.


Firuze teyze ağzından çıkan tek bir cümleyle dağılan bu üçlü dayanışma grubundan koparsa bütün hayatı dağılacakmışcasına sıkı sıkı tutuyordu kolumu. Anneme de ayak uyduruyordu. Burunsa küçülüyordu sanki giderek Firuze teyzeyle birlikte.

Annemi tanıyorsam otuz beş senesini verdiği bu yerden bitme, gavurdan dönme koca müsvettesinin defterini dürmeye gidiyordu. Kıpır kıpır kıpırdayan gözleriyle eğik başını kaldırdığı anda babamın muhakemesi tamamlanmış ve cezası kesilmiş olmalıydı ki aynı anda kendimizi evin kapsında bulduk.

Babam ayak seslerimizi duymuş, dışarı çıkmıştı. Şaşkın gözlerle bize şöyle bir göz attı ve hiç bir şey demeden anneme biraz yanaşıp ,

- Neredesiniz yahu, içeride dolu misafir var. Dedi.

Annem ne dese, babamı hangi ara boğsa diye düşünüyor olmalıydı ki tam ağzını açacakken babam atıldı. Bana ve Firuze teyzeye de bir bakış fırlatarak ve suratında zevkten dört köşe bir ifadeyle sırıtarak.

- Görücü geldi hanım, görücü. Hani şu Firuze’nin uzak dayısının oğlumuymuş neymiş, onlar geldi işte. Oğlan kuyumcu, pek yakışıklı, aslan gibi.Hem ne bu haliniz toplanın, kendinize gelin, yalnız bırakmayalım misafirlerimizi.

Babam bana son bir çapkın bakış fırlatıp içeri daldı.
Biz de gizli ve açık, yerde ve gökte, batıni ve zahiri, madde ve ruh, ve dahi ölümlüler ve dahi ölümsüzlerle beraber dışarıda. pirimiz şehr-ü evliya Takiyediin Şahidim olsun.

Annemden bir Amin duyuldu.



Betül Önlem
Şubat, 2007