5 Nisan 2007 Perşembe

UZAK





Akşam yatsıdan sonra Veli Baba ahbapları Kırcalı Hüseyin, Arap Kamil, Çolak Emin ve Uzun Ali’yle beraber köyün iki kahvesinden yaşlıların ömür doldurduğu, asma bahçeli, camiye daha yakın olalına gelmişlerdi yine. Çaylar söylenmiş, sohbet başlamış, bağdan bahçeden, o yıl ki ekinden, kara derenin suyunun gittikçe azalmasından, aynalı sazanın kıtlığından, çocukken ne çabuk yakaladıklarından, şimdiki çocukların şanssızlığından, torunlardan, gelinlerden, vefasızlıktan, velhasıl ölenlerden, kalanlardan, Hafize hanımdan (Veli baba’ya anlamlı bakışlarla) daldan dala bir sohbet başlamış, hem eski günler yad edilmiş hem yenilere umut serpilmiş, vakit epey ilerlemişti. Konu yine dönmüş dolaşmış köyün biraz dışında tepelikte kalan mevsimlik işçilere gelmişti.

Neredeyse on senedir gelip giderlerdi köye. Bahar sonuna doğru gelip, çadırlarını kurar, enik encek tarlalarda çalışmaya başlarlardı, önceleri Alman ellerindeki kendi kızı, damadı torunları gibi göçmen olduklarından, yaban ellerde hem iş hem aş aramaya çıktıklarından, köyün geri kalanı gibi hor görmez, yabansılıklarında bir hoşluk bulur, kendini yakın hissederdi . Son senelerde ise hırsızlığın artması, köyün gençleriyle işçilerin arasındaki kavgalar, bu insanlarla aralarındaki uçurumu iyice açmış en sonunda iki karısı, sekiz çocuğu olan bir adamın bir de üstüne köyden körpecik bir kız kaçırmasıyla zirveye tırmanmıştı. Veli Baba’nın içine bir kurt düşmüştü, ya damadı da uçkuruna sahip çıkamayıp bir Alman karısını eve, kızının başına getirip oturtursa diye içi içini yemişti o zamanlar. Neyseki ekin kaldırılmıştı da yakında gideceklerdi. Kaçırılan kız da zaten kendi rızasıyla gittiğini söylemişti.

“Seneye katiyyetle sokmayalım bunları köye, herşey bunlarda mirim, hırsızlık, uğursuzluk hepsi bunlarda” derdi Çolak Emin kendi oğlunun birkaç işçiyle işbirliği yapıp ambarı boşalttığını, sonrada satıp parasını bir güzel meyhanelerde yediğini unutarak. Veli Baba’nın içi sızlar, haksızlık yapıldığının ayırdına varsada birşey demezdi. Ardından Arap Kamil alırdı sazı eline. “Çiğ patlıcan yiyorlar bunlar, vallahi de iki gözümle gördüm, bu kadar görgüzülük mü olur canım, hayvan desen hayvan değil” diye aşağılardı. Sonra Uzun Ali pisliklerinden, yıkanmamalarından dem vurur, işi müslümanlıklarını sorgulamaya hatta bir de hocaya danışmaya kadar vardırır, bu kadarına da pes nidalarıyla sakinlerdi. Ellerin içinde el olmak, ne zor şey diye düşünürdü Veli Baba. Kimselere birşey demezdi. Sonra durum tüm detaylarıyla ortaya konulur, sonuca varıldığı da pek görülmezdi.

Köyün yaşlıları olarak her sene olduğu gibi bu sene de bir daha mevsimlik işçi almamayı konuşuyorlar fakat köydeki gençlerin Balıkesir’de, Bursa’da hiç olmazsa köye yakın Bandırma’da yaşama sevdası yüzünden giderek azalması konusunda birşey yapamıyorlardı.



Bir de Almanya’ya gidenler vardı kendi kızı gibi. Bunlarda her yaz iki hafta ya gelir ya gelmezlerdi. Karısıyla beraber tek kızını, dizinin dibinde gözünün önünde olsun, yaşlılığında bakacak bir soluk olsun diye köy içine vermişlerdi. Şans o ki kocası olacak hayırsız it, bir Almanya sevdasına kapılmış, kızını da iki güzel melek torununu da kapıp götürmüştü. Bir köroğlu bir Ayvaz kalakalmışlar, ertesi sene de hanımı bu dünyadan göçüp bırakıp gitmişti onu. O gün bugündür yapayalnız yaşamaya alışmıştı Veli Baba. Arada bir Almanya’dan gelen iki satır mektupla, iki haftada bir gelen telefonla avunur olmuştu. Lakin neredeyse iki aydır haber alamıyordu kızından da torunlarından da. Kaç senedir düzenli gelen telefonlar birden bıçak gibi kesilmiş, mektuplar gelmez olmuştu. Yapacak birşeyi yoktu, bekliyordu haftalardır, önceleri beslediği kesin dönüş umudu yerini öfkeye, sonrada endişeye ve acılı bir çaresizliğe bırakmıştı. Sonunun ne olduğunu göremediği karanlık bir bulut kaplamış her yanınıda aydınlığa varamıyordu bir türlü.

Masalar birer ikişer boşalmaya yüz tutarken kahvecide boş bardakları toplamaya başladı, Bir an durup bahçedeki hararetli gruba bakıp gülümsedi, her zamanki gibi son dolu masa olduğunu görüp, şaşırmadı.

“Hadi bakalım babalar, evli evine, köylü köyüne” diyerek kalkma vaktinin geldiğini hatırlatırken, grup, birazda bozulan sohbetlerine hayıflanıp homurdanarak yavaştan yerlerinden kalkmış, bastonlarına dayana dayana yollara düşmüştü.

Veli baba’nın evi camiiye uzak değildi allahtan. En azından buna şükür derdi her zaman. Yoksa bu yaşlı haliyle bir de romatizmaları azdı mı iyice çekilmez olurdu . Taşlı yollardan geçerek eve varan son dönemeci de döndüğünde gözü yine karşıdaki mavi boyalı eve takılmıştı. Hafize hanım otururdu bu evde. O da kendisi gibi yalnızdı birkaç senedir. Bayır köyden gelin geldiği zamanı dün gibi hatırlıyordu Hafizenin, ay parçası gibiydi, köyün tüm erkeklerin gönlü akmıştı ama namahrem deyip gülcemaline bakamamıştı kimse utancından. Kocası olacak Donsuz Emin’den daha iyilerine mesela kendisine layık olabilirdi ama gönüldü bu, ya ota ya boka. Bir oğulları olmuştu Hafize ile Emin’in. Elbebek gülbebek büyüttükleri oğullarını askere yollamışlardı. Gece yarısı gelen bir telefonla oğullarının şehit düştüğünü söylemişti komutanlar. Emin kahrolmuş, oracıkta inme inmişti, Hafize hanım 15 sene bakmıştı felçli kocasına, sonra göcüp gitmişti donsuz Emin. Aynı sokakta oturduklarından ve köyde bulunan yegane dullar olduklarından ahbap sohbetlerinde ne zaman Hafize hanımın lafı geçse dostları anlamlı anlamlı göz süzer, bir canyoldaşlığına, ne kadar hasret kaldığını hatırlatırlardı ona.
Hafize hanımda “göç”tü aslında, evlenip gelmiş olsada.. Kızı da..Herkes heryere göç ediyordu bu dünya da.. Gidenler ve kalanlar vardı hep hayatta.. Hiç bir yere gitmese bile, bu dünyadan “göçüp” gitmiyormuydu insan hanımı gibi.. Bu işçilerin ne farkı vardı anlamıyordu.. Bu kadar yüklenmelerini, dışlamalarını ise hiç anlamıyordu. Onları düşündükçe kızını hatırlıyor, yüreğine başka türlü bir ağırlık çöküyor, yaşadıklarını kestirmeye çalışıp kahırlanıyordu..



Mavi boyalı eve dalgın dalgın bakarak ağır aksak geçerken bu sefer farklıydı düşünceleri. Yalnız ve yalnız meraktan kahrolmuş bir yaşlı adamdı şimdi, ne olmuş olabilirdi ki, damadımıydı sebep, taşınmışlarmıydı, başlarına birşey mi gelmişti, kötü birşey olmasa kızı, biricik kuzusu habersiz bıramazdı onu.

“Hayırlara gelir inşallah..”


Sonunda evine vardığında, ağır hareketlerle etrafıda kolaçan edip bahçe kapısını kapadı, gölgelerin arasından evine süzüldü. İki aydır çalmayan vefasız telefona sitemkar bir bakış atarak döşeğinin bulunduğu arka odaya geçti. Kızının geçen yaz telefon numaralarını yazıp eline tutşturduğu buruşuk kağıt, döşeğin başında bir sürahi suyla beraber suçlu suçlu yatıyordu. Kızı giderken “Baba sen arama, ben fırsat buldukça ararım, malum ev hali” deyip şüpheli bir bakış fırlatmış, kızının, yavrusunun hiç de mutlu olmadığını o bakışla anlamıştı.


“Yarabbim ne olabilir ki” diye düşünüp bir off çekti . Hafize hanım geldi aklına yine, hani dedikleri gibi bir can yoldaşı olsaydı yanında daha mı kolay dayanılır olurdu. Hafize hanım’ın kaybettiği oğlunu düşündü, gece yarısı mı aramışlardı..

Çıplak gecenin içinde iç donu ve yün fanilasıyla ayağında çorapları başında takkesi uzandı. Yün yorganın altında dinledi gecenin seslerinini bir süre daha, sonra uyku bastırmaya başlayınca kapadı gözlerini..

Telefon çaldı.

Gecenin sessizliğinde ortalığı çınlatırcasına..

Veli baba kalbi gümbür gümbür açtı gözlerini, bir an idrak edemedi ne olduğunu ve bu yırtıcı sesi. Sonra farkına vardığı anda fırlayıverdi yataktan. Alelacele bastonu arandı. Evet olmuştu sonunda aramıştı kızı,

“Şükür çok şükür..”

Telefon bir daha çaldı.

Telefona doğru yaklaştı ,telefon bir daha çalacaktı ki ahizeyi kaldırdı.

Nefes nefese “Alo” dedi, Durdu, bir ses bir nefes bekliyordu .

“Alo” bu sefer merakla. “Kızım ?” Yok, ses yoktu.. Ne düşüneceğini bilemiyordu, aklından bütün ihtimaller geçmeye başladı, kızı ölmüşmüydü, ya torunları, biri haber verecekti ama kim? Dayanabilir miydi?

“Aloooo??”

Telefon umutlarıyla beraber yüzüne kapandı.Hattın kapalı olduğunu belirten düz bir tınlama sesi kulaklarında çınlıyordu, Veli Baba olduğu yere çöktü, sol kolu uyuşmaya yüzü karıncalanmaya başlamıştı aniden.. Kimdi telefondaki.. Kızı.. Kim vardı orada.. Kim kalacaktı yanında..

Bomboştu içi şimdi, kaybolurken gecenin renkleri, iplerinden boşalmış bir kukla gibi yığıldı soğuk taşlara.. Kolunun acısı yavaş yavaş bedenine yayılırken karar verdi.

Yarın, Hafize hanıma gidecekti.